Connect with us

GÖRÜŞ/RÖPORTAJ

Deva Partisi Neye Derman Olacak?

Published

on

İbrahim Özkan

Derin bir ekonomik buhranın akabinde halkın büyük teveccühüyle iktidara taşınan AKP, ekonomik kalkınma ve demokratik gelişim açısından gösterdiği yüksek performansla, Türkiye’yi dünyada parmakla gösterilen ülkeler arasına sokmuş, dünyanın en büyük 16. Ekonomisi haline getirmiş, güven veren bu ekonomisiyle her yıl milyarlarca Dolar yatırımın gerçekleştirildiği bir ülke olmuş, diğer taraftan, Meclis’ten birbiri ardınca geçirilen demokratik hayata ilişkin yasalarla AB üyeliğine bir hayli yaklaşmış idi.

2011 seçimlerinden sonra AKP’nin her alanda göstermiş olduğu bu üst düzey performansında önce duraklama, akabinde ise gerileme yaşandı. Özellikle Gezi Olayları sonrasında AKP Hükümeti demokrasiye ilişkin tüm programlarını askıya alma yoluna gitti. Asırlık bir sorun olan Kürt sorununun çözümü yönünde geliştirdiği iradeden de vazgeçti. Böylece 100 yıla yaklaşan Cumhuriyet tarihimizde iyice girift hale gelmiş olan bu önemli sorunu çözme fırsatını da kaçırmış oldu.

15 Temmuz Darbe girişimi ise Türkiye demokrasisi açısından bir çöküş dönemine geçişe sebebiyet verdi. Esasen 2013 yılından itibaren gerileme devrinde seyreden demokrasi serencamımız, o tarihten sonra tamamen aksi yönde seyretmeye başladı.

Bir zamanlar, demokratik seviye açısından Ortadoğu ve İslâm ülkeleri için model ülke olarak gösterilen Türkiye, ardı ardına çıkardığı anti-demokratik yasalar ve uygulamalarla çoğu Afrika ülkesinin bile gerisine düştü.

Bu durum AB ile ilişkilerin tavsamasına yol açtı. Artık Türkiye’nin demokrasi, özgürlükler, insan hakları gibi öncelikleri yoktu. Öteden beri olageldiği üzere, güvenlik kaygısı ön plana çıktı ve demokrasi belirsiz bir gelecekte tekrar çıkarılmak üzere buzluğa kaldırıldı. Ülke askeri vesayetten kurtulmuş ancak sivil bir vesayetin cenderesine sokulmuştu.

Bu dönemde Türkiye’nin dış politika ekseninde de kayma görüldü. Kuruluşundan bu yana Batı eksenli bir dış politika vizyonuyla hareket eden, geleceğini AB üyeliğinde gören, güvenliğini NATO’ya emanet eden Türkiye bu süreçte yönünü Doğuya çevirmiş, Rusya, Çin ve İran’nın başat aktörler olarak yer aldığı eksene yanaşmıştır. Dahası, güvenliğinin sağlanması noktasında NATO’ya olan güvensizliği onu RF’den S-400 füze sistemini almasına yöneltmiştir. Doğu eksenine yönelik her hamlesi, doğal olarak, Türkiye’yi Batı’dan uzaklaştırmıştır.

Bugün ülkemiz her açıdan bir geriye gidiş süreci yaşamaktadır. Sn. Babacan’ın Bakanlık yaptığı dönemde, yıllık büyüme ve cari denge itibariyle dünyanın önde gelen (Çin’den sonra ikinci) ülkeleri arasında yer alan ve global krizleri kolaylıkla atlatma başarısı gösteren Türkiye ekonomisi, eksi büyüme rakamları, cari açığın ve bununla bağlantılı olarak iç ve dış borçların aşırı artması (yaklaşık 2 trilyon Dolar), reel enflasyon ve işsizlik rakamlarının % 20lerin çok üzerine çıkması ve TL’nin aşırı değer kaybetmesiyle, bugün iflasın eşiğinde bir ülke haline gelmiştir.

Demokrasimizin durumu ise daha vahimdir. Bugün Türkiye’de hukuka güven yüzde 10’lara kadar düşmüştür. Demokrasilerde halkın nabzının attığı yer olan Meclisin etkinliği hiç seviyesine düşmüş durumdadır.

Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi adı altında uygulamaya geçirilen yönetim biçimi, güçler ayrılığı prensibini ortadan kaldırmış, yasama ve yargının denetleme gücünü tamamen yok etmiş, ortaya tek adamın her konuda tek yetkili olduğu, her emrinin KHK’larla kanun haline geldiği nev’i şahsına münhasır otoriter bir rejim çıkmıştır.

Bu rejimde çoğulculuk, insan hakları, basın özgürlüğü, ifade hürriyeti gibi, demokrasilerin olmazsa olmaz koşulları olarak kabul edilen prensipler yok sayılmış, yalnızca iktidar ve ortaklarının serbestçe konuştuğu ve hareket ettiği; muhalif görüş sahiplerinin ise anında kovuşturmaya tabi tutulup hapislere atıldığı, uzun yıllar iddianame hazırlanmaksızın zindanlarda tutulduğu bir ortam hazırlanmıştır. Böyle bir ortamda aleyhte konuşan herkes hain olmakla damgalanmış, iktidarın güdümünde bulunan medya organları tarafından yürütülen çok yönlü saldırılarla itibarsızlaştırılmaya çalışılmıştır.

Türkiye’de bugün asgari demokratik koşulların varlığı dahi tartışmaya açıktır.

15 Temmuz Darbe girişimi sonrasında çıkarılan KHK’larla yüzbinlerce kişi herhangi bir yargılamaya tabi tutulmadan işinden atılmış, tüm özlük hakları yok sayılmış, haklarında “terörist” algısı yaratılmış, işten atılanlar açlığa ve sefalete mahkum edilmiş, uzun yargı süreçleri ardından beraat edenler dahi  görevlerine iade edilmemiştir. Hapishanelerde halen yüzlerce gazeteci ve aydın bulunmaktadır. 31 Mart 2019 seçimlerinde HDP’nin kazandığı 65 belediyeye kayyım atanmış, belediye başkanları, il ve ilçe başkan ve yönetim kurulu üyeleri tutuklanmış, böylece halkın iradesine ipotek konulmuştur.

Öyle bir süreç ki “çocuklar ölmesin” demek bile suç sayılmış, bunu bir magazin programında dile getiren bir öğretmen göz altına alınmış, aylarca hapiste tutulmuştur.

18 yıllık iktidarı döneminde AKP’nin hoyratça top koşturduğu Türk siyasi arenasında göze çarpan önemli bir husus muhalefetin etkisizliği olmuştur. Her hareketi, uygulaması, politikası demokratik ülkelerde hükümetin istifasını veya düşürülmesini sağlayacak kadar vehamet arz eden durumlarda dahi muhalefet etkin bir karşı duruş sergileyememiş, iktidarı bunları yapmaktan men etmek bir yana, bazı konularda (dokunulmazlığın kaldırılması gibi) daha da pervasızlaşmasında cesaret verici bir tutum takınmıştır.

Son zamana kadar Türkiye’de bir muhalefet boşluğunun yaşandığı bir vakıadır. AKP’den uzaklaşan kesimler uzun süre kendilerine yakın bir partinin yokluğundan şikayet etmiş, bu durum kararsızların oranında belirgin bir artışa neden olmuştur.

Rayından çıkmış demokrasiyi tekrar yoluna koyacak, kayan dış politika eksenini eski haline getirecek, ekonomide yaşanan çöküşe bir çare bulacak, dünya ile yeniden entegrasyon sağlayacak, yaşanan insan hakları ihlallerine bir son verecek, dini siyasi emellere alet etmeye engel olup gerçek laikliği hayata geçirecek, demokrat, özgürlükçü, laik, liberal programa sahip yeni bir partinin varlığının artık elzem hale geldiği muhakkaktır.

DEVA Partisi işte bu koşullarda, bu boşluğu doldurmak için kurulmuştur.

Tüm bu süreçleri yakından takip eden DEVA Partisi, tam demokrasi, bağımsız yargı, güven veren ekonomi ve güçlendirilmiş parlamenter sistem vaadleriyle ortaya çıkmış ve bu uğurda demokrasi mücadelesine başlamış bulunmaktadır. Sn. Ali Babacan yönetiminde, liyakatli kadrolar eliyle yürütülen bu mücadelenin yakın zamanda sonuca ulaşacağına olan inancımız tamdır. Türkiye’nin içinden geçtiği bu karanlık süreçten selametle çıkması ve hakkettiği demokratik düzey ve ekonomik seviyeye ulaşabilmesi için DEVA’nın azimle ve kararlılıkla sürdürdüğü bu kutlu mücadeleye destek verilmesi büyük önem arz etmektedir.