Kemal Akaltun
Ekim ayı içinde yapılması planlanan ve kanunla yapılacağı tarih belirlenmiş olmasına rağmen,
Baro seçimleri, içişleri bakanlığının talimatıyla şimdilik 1 Aralık’a kadar ertelendi. Aylardır hazırlık yapan ve seçim çalışması yürüten avukatlar, tüm itiraz ve dava haklarını kullanmalarına rağmen seçimli olağan genel kurullarını yapmamaları için engellenmiştir. Hukuktaki normlar hiyerarşisinde kanun genelgenin üstünde olmasına rağmen, genelge kanunun önüne geçmiş ve kanun hiçe sayılmıştır. Baro seçimleri her ne kadar pandemi gerekçesiyle ertelenmiş olsa da, her ne hikmetse siyasi parti kongreleri son sürat devam etmektedir. Bir çok siyasî partinin müthiş kalabalıklar ile gerçekleştirdikleri kongrelerde, virüs yayılmadığı kabul edilirken, Baro seçimlerinin iptali akla şu soruyu getirmektedir: “Sadece avukatlar mi virüs bulaştırır?”
Bu temelde, avukatlar acısından virüs bahanesiyle ertelenen seçimlerde başka hesapların olduğu gerçeği ortaya çıkmaktadır.
Nedir bu hesaplar? Baroların bölünmesi mevcut iktidar tarafından kanunlaştırıldı. Üye sayısı 5 bini geçen barolarda 2 bin imza toplanmasıyla 2. Bir baro kurulabilecek. Bu durumda mevcut TBB başkanı Feyzioğlu’nun tekrar seçilebilmesi için gerekli şartlar sağlanması için adımlar atılmış oldu. Ekim ayına kadar 2.baroların kurulmamış olması Feyzioğlu önderliğinde ki bu düşüncenin boşa düşmesi demekti. Bu nedenle “Ne olursa olsun, yeter ki ben seçileyim “ mantığı başka bir hukuksuzluk doğurmuştur.
Siyasî parti kongrelerine izin veren sistem avukatların adalet arayışına girismelerine neden olmuş, halkta “Avukat bile adalet arayışında “ düşüncesinin hakim olmasına neden olmuştur. Avukatlar, adalet sisteminin temel taşlarından bir tanesidir. Savunmanın bile adalet arayışına girmesi, toplumda adaletin varlığı açısından büyük bir soru işaretine yol açmıştır:
“Avukatlara reva görülmeyen adalet, halka mi reva görülecek?”. Korkmadan, müvekkillerinin haklarını gözeten, adil bir yargılama için mücadele eden, insan haklarını savunan avukatlar kendi adaletlerini bile sağlayamaz hale gelmişlerdir. Adaletin olmadığı yerde kaos vardır.
Bir mesleğin itibarsızlaştırılmasının somut örneğini görmekteyiz. Hukuk ve demokrasi iç ice geçmiş iki kavram iken demokrasinin sadece belirli bir zümre etrafında şekillenmesi toplumsal uzlaşmanın yok olması anlamına gelmektedir. Bu durum, herkesin kendi adaletini sağlamak istemesi sonucuna kadar gidebilir. Nitekim, yerel mahkemelerin Anayasa Mahkemesi kararlarını tanımaması, idarî kurumların Yerel Mahkeme kararlarını tanımaması yaşadığımız ve normal görmeye başladığımız durumlar haline gelmiştir.
Avrupa’nın karanlık ortaçağını biz şimdi mi yaşıyoruz? Hukukun özüne dönmemiz elzemdir. Vatandaşın adalet anlayışını hiç kimse ya da hiç bir kurum , yozlaşmayla belirli kesimlerin ayrıcalığı söz konusu olacak algısına dönüştürmemelidir. Avukatlar, her devirde adaletin sesi olmuşlardır. Avukatlar, hiç kimsenin hele ki devletin üvey evladı değillerdir.
“Görevimizi yaparken kimseye, ne müvekkile ne hakime, hele ne de iktidara tabiyiz. Bizim aşağımızda kişilerin varlığı iddiasında değiliz. Fakat hiçbir hiyerarşik üst de tanımıyoruz. En kıdemsizin en kıdemliden veya isim yapmış olandan farkı yoktur. Avukatlar tarih boyunca köle kullanmadılar ama hiçbir zaman efendileri de olmadı!”