Published
4 years agoon
By
urfagundem63Şahin Parmaksız
Mehmet Akif’in “Safahat” isimli şiir kitabında “Kenar-ı Diclede Bir Kurt Kapsa Koyunu, Gelir de Adl-i İlahi Sorar Ömer’den Onu” şeklinde dizeler geçmektedir. Aslında mahiyeti çok derin ama uygulanması çok zor olan bu dizeler, genel anlamda Hz. Ömer’in yöneticilik kabiliyeti ve sorumluluğunun ciddiyetine atıfta bulunmuştur. Devlet yönetim kademesinden siyasal partilere, hatta yerel kurumsal yapıların yönetimsel sürecinde yer alan insanlara kadar Mehmet Akif’in dizelerini içselleştirmesi gerekiyor. Çünkü adalet ve hak nosyonları ve nosyonların uygulanması, devlet ve toplulukların genel anlamda huzur ve refahı sağlaması için gerekli olan önemli durak noktalarıdır Her dönem veya süreçte adalet ve hak kavramlarının belirli çerçevede bir köşeye itildiği karşımıza çıkmakta fakat; son 15 günlük süreçte Türkiye’de yaşanan gelişmeler, hak ve adalet kavramlarının suistimal edildiğini açıkça belirginleştirmiştir. Söz konusu suistimalleri ise 4 husus ile ele alacak olursak;
Birinci husus; Devlet ve millet için görev yapan 13 vatan evladının 5-6 yıldır eli kanlı terör örgütü Pkk tarafından esir alınması ve halk olarak bu 13 vatan evladının akıbetini “şehit olduklarında” öğrenmemiz iktidar dahil olmak üzere muhalefetin eksikliği, yanlışı değil midir? Demek ki “Kenar-ı Dicle’de Bir Kurt Aşırsa Koyunu, Gelir de Adl-i İlahi Sorar Ömer’den Onu” sözünü ne uygulayabiliyoruz ne de içselleştirebiliyoruz. Devlete olan güveni sonsuz olan birisi olarak bu durum oldukça can sıkıcı bir seviyeye gelmiştir. Çünkü bu ülke için şehit olan 13 vatan evladını kurtaramadık, koruyamadık, koruyamadılar. Kınalı kuzuları kurt kaptı ve bizler, iktidar ve muhalefet oturup izledik. Umarım en yakın zamanda şehitlerimizin kanı yerde kalmaz ve misliyle alırız.
İkinci husus; pandemi nedeniyle kapalı olan kafe, restoran, lokanta gibi yeme-içme mekânlarının kapalı olmasına istinaden oluşan infial. “Siyasetin Tek Limanı Ahlaktır” diye afişler astırıp tıklım tıklım parti kongreleri ve tıka basa grup toplantısı yapan siyasal partiler neden pandemi mevzusunu öne sürerek esnafları bir köşeye sıkıştırıyor. İnsanların parti kongrelerine bakarak kafe, restoran, lokantalara neden gidemiyoruz sorusuna cevap verilmemesi sizce de adaletsizlik ve haksızlık değil mi? İnsanlar lokantalara gidemesin, esnaf kan ağlasın ama parti kongreleri yapılsın. Bu adalet mi?
Üçüncü husus; sözde gelişen ekonomi karşısında PTT’de sözde ucuza satılmaya çalışılan sıvı yağ hususu. Amaç insanların PTT vasıtasıyla ucuza sıvı yağ temin etmesiydi fakat; özel bir market zincirinde daha düşük fiyata satıldığı ortaya çıkmıştı. Bu durum serbest piyasa muhabbeti ile önemsizleştirilebilir fakat; sıvı yağlara insanların çalabilme ihtimaline karşı alarmlı kilit takılması son derece rahatsız edici bir durum olmuştur. Bebek maması, sıvı yağ gibi temel gereksinimlere alarmlı kilit uygulamasının yapılması ülkenin refah seviyesinin düşük olduğunun bir göstergesi olmakla birlikte yönetimsel anlamda ülkedeki insanlara “güvensizliği” çağrıştırmaktadır.
Dördüncü husus ise kadın cinayetleridir. Son 15 gün içinde 10 kadın cinayeti oldu. Genellikle söz konusu cinayetler ülkelerde adli süreçler ile ilerlerken bizim ülkemizde Twitter üzerinden ilerlemektedir. Bir cinayet ancak twitter üzerinden infial yaratacak ki failleri bulunabilsin veya konu aydınlatılsın. Aleyna Çakır’ın katilini aylarca serbest bırakan bir adalet sistemine kim güvenebilir ki? Kadınların mahrem bölgelerine kalemle yazı yazarak iyileştireceğini söyleyerek kadınları kandıran cinci hocanın 2-3 ay içerisinde serbest bırakılması adalet midir?
Genel olarak baktığımızda; hak ve adaletin iktidar tarafından sağlanamadığı, muhalefetinde bu noktada hiç bir adım atmaması gibi durumlar freni boşalan kamyon misali ülkeyi uçuruma doğru sürüklemektedir. “13 Vatan Evladı”nın kurtarılması için 5-6 yıldır çaba gösterilmemesi, İnsanların sıvı yağ ve mama gibi temel gereksinimlere karşı alım gücünün olmaması ve bunu satan firmaların çalınma ihtimaline karşı alarmlı kilit uygulaması getirmesi, kalabalık parti programları yaptıktan sonra esnafa “dükkanını kapat virüs yayılır” denilmesi, kadın cinayetleri karşı caydırıcı ve ciddi herhangi bir adım atılmaması gibi durumlar ülkedeki “adalet ve hak” nosyanlarının miadını doldurduğunu göstermektedir. “Kenar-ı Dicle’de Bir Kurt Kapsa Koyunu, Gelir de Adl-i İlahi Sorar Ömer’den Onu” sözünü içselleştiremeyen yönetimsel yapıların başındaki insanlara ithafen “Yarın Hakk’ın Divanına Varınca, Süleyman’dan Hakkını Alır Karınca” demeliyiz.