Published
4 years agoon
By
urfagundem63Av. Kemal AKALTUN
Yine bir yılın sonuna geldik ve yeni bir yıla girdik. İnsanoğlunun yarattığı yıl kavramı farklı aşamalardan geçtikten sonra bugün ki halini almıştır. 12 ayın 1 yıl olarak adlandırılması çok uzun sürdü. Tarihsel olarak insanlar, aydan daha büyük bir zaman birimi kullanmıyordu. Öyle ki bazı zamanlarda “Ben 300 yaşındayım.” diyen biri, aslında ayları sayıyordu, yılları değil. Gerçekte 25 yaşındaydı.
Ancak tarım ve ticaretin gelişmesi, yıllık döngüleri de takip etme zorunluluğunu doğurdu. Bu nedenle yıl kavramı toplumlarda yerleşik hale geldi.
İnsanların belirlediği bu zaman kavramına çok farklı anlamlar yüklenmeye başlanmıştır. Kimisi için yeni bir başlangıç, kimisi için kötülük ve uğursuzlukları geride bırakacak bir milad gibi görülmüştür. Elbette ki herkesin görüşü ve düşünce biçimi kendisini ilgilendirir. Bunları eleştirmek ya da neden kutluyorsunuz vb ifadeleri bildirmek haddimize değil. İnsanlar kendisini rahat hissettiği şekilde kavramları kullanabilmeli.
Değinmek istenilen şey geçmişten ders çıkardık mı? Doğaya,çevreye verdiğimiz zararın etkilerini hep beraber görmedik mi?
2020 felaket yılı olarak kabul edildi. Peki bu felaket kendi başına mı ortaya çıktı? Ya da bir tesadüf sonucu mu hayatımıza girdi?
Hepsinin özünde insanoğlunun verdiği zararlar mevcut. Bazı yaşanmışlıkları ve verilen zararları sıralamaya çalışalım.
Hepimizin hayatında yer edinmiş bir olay olarak; 2015 yılında Muğla’nın Bodrum ilçesinde göçmenleri taşıyan tekne battı. 3 yaşındaki Aylan Kurdi’nin cansız bedeni sahile vurmuş ve Jandarma görevlisi tarafından kucağa alınmış görüntüsü hepimizin belleğinde mevcut. Kendi vatanlarından yaşadıkları yerlerden kalkarak, hiç bilmedikleri tanımadıkları coğrafyalara gelerek, çok zor koşullar altında kendileri ve ailelerinin hayatlarını idame ettirmekten başka amaçları olmayan bu insanların umuda yolculuklarında böyle acı tablolar yaşanmamasını hepimiz temenni ediyoruz. Fakat 3 yaşındaki küçük Aylan’ın o görüntüsünde hepimizin payı var. Sanırım Dünyanın daha da kötü bir hale gelmesinde, o tablonun etkisi var diye düşünüyorum.
Dünyada yaklaşık 1,5 Milyar insan suya erişimde büyük güçlükler yaşamaktadır. Özellikle Afrika’da insanların büyük bir kısmı kirli su içmekte ve çocuk ölümleri buna bağlı olarak sürekli yaşanmaktadır. Temiz suyun olmaması çeşitli hastalıklara yol açarken, akarsuyun yakın olduğu yerlerde suyun taşıdığı birçok hastalık da bulunmaktadır. Kolera, tifo, dizanteri ve zatürre gibi hastalıklar yüksek oranda çocuğun ölümüne sebep olmaktadır.
Ama biz suya erişimi kolay olan insanlar, suyu israf etmekteyiz. Suyun kıymetini bilmemekteyiz. Kuraklık giderek artmakta, suyun doğru kullanımı konusunda yeterince bilgilendirme yapılmamaktadır. Bu hepimizin sorunu. 2021 yılının su savaşlarına ve tarım savaşlarına sahne olacağı birçok kişi tarafından dile getirilmektedir. Bilinçsizce tüketilen su en önemli konumuz olmalıdır.
Ülkemiz cennet gibi bir coğrafyaya sahip. 4 mevsimi aynı anda yaşamasıyla övünmekteyiz ve turizmi bunun üzerine planladığımız da olmuştur. Göz ardı edilen ise şu; giderek Arabistan çöllerine dönmemiz yakındır. Ormanların yakılması, tahrip edilmesi ve yok edilmesi, geri dönüşü mümkün olmayan bir yola koyuyor bizleri.
Hayvanlara işkence yapmak bir yaşam tarzına dönüşmüş durumda. Giderek normalleşiyor maalesef. Özellikle sokak hayvanlarına yapılanlar son dönemde sosyal medyada gündem oluyor ve bazı aktivistler bu durumun düzelmesi için bir an önce Hayvanları Koruma Yasasının çıkarılması gerektiğini belirtiyor. İnsanoğlu empatiden yoksun bir şekilde, hayvanları yakmakta, ayaklarını ve birçok organlarını kesen görüntüler vermektedir. Yazık! Her canlının yaşama hakkı vardır.
Çocuk istismarı ve kadın cinayetleri üzerine binlerce sayfa yazılabilir sanırım. Buna dur dememiz lazım. Kanun koyucunun caydırıcı kanunlar ortaya koyması elzemdir. Sadece kanun ile bunları önlemek mümkün müdür? Elbette hayır. İnsanlarımızın iyi bir eğitim alması, aile ve sosyal çevrenin bu konuda bilgilendirilmesi, atılması gereken adımlardan bazıları. İnsanımıza vicdan ve ahlak yetisinin kazandırılması gerekiyor. İndirimler uygulanmadan caydırıcı cezalar verilmesi ve toplumun topyekûn rehabilite edilmesi gerekiyor.
Sonuç olarak yeni yıla girdiğimiz şu saatlerde; yeni yılın tüm insanlık için huzur,mutluluk,sağlık getirmesini temenni ediyoruz. Fakat salt bir temenni ile olacak iş değil. Yeni yılda yapmamız gerekenler neler?
Doğaya saygılı olmalıyız. Ayak izimiz doğada asgari düzeyde olmalı. Çevre katliamlarına dur demeliyiz. Kim olursa, kimden gelirse gelsin bu kıyımların önünde siper olmalıyız. Herkes kendisi ve sevdikleri için en azından 1 adet fidan dikmeli!
Suyu israf etmemeliyiz. Kullanabildiğimiz kadarıyla kullanıp, fazlası için önlem almalıyız. Tarımda kullanılan su için de önleyici tedbirler almalıyız. “Ne kadar su o kadar ürün” anlayışını terk etmeliyiz. Toprağın çoraklaşmasının önüne geçmeliyiz. Sürdürülebilir tarım politikaları uygulanmalı ve suyun doğru kullanımı sağlanmalı.
İnsanlarla empati kurulmalı. Herkese saygı duyulmalı, onların yaşam alanına müdahale edilmemeli. Ötekileştiren dil kullanmayı bırakmalıyız. Herkes farklılığıyla güzellik saçar. Renklerimiz zenginliğimizdir.
Hayvanlara yaşam alanı bırakmalıyız. Onlara zarar vermek yerine sevgimizi vermeliyiz. Sevmiyorsak bile saygı duymalıyız. Sokakta yaşayan hayvanlar için evimizin, işyerimizin önüne bir kap su, bir kap mama bırakmalıyız.
Kadınlara ve çocuklara hürmet göstermeliyiz. Şiddeti bir araç olarak kullanamayız. Fiziksel, sözlü ve psikolojik şiddeti geride bırakmalıyız. Bunu içinde yaşayan insanların tedavi edilmesi gerekiyor. Suç işleyenlerin caydırıcı cezalar almasını sağlamalıyız.
Tüm bunları yaptığımız zaman hoş geldin yeni yıl deriz. Savaşların olmadığı, sömürünün, yalanın, talanın olmadığı; hoşgörünün, empatinin, sevginin, saygının, üretkenliğin, sağlığın bol olduğu bir yıldan bahsedebiliriz o vakit. Yoksa yıl da değişse Yüzyıl da değişse giderek kötüleşen bir dünya der, işin içinden sıyrılırız. Virüslerle, doğa felaketleriyle uğraşıp durur, sebep bulamayız. Sebep bunlarda…
İranlı bir alim öğrencilerine ders verirken şöyle der:
“Ben nezaketi ağaçtan öğrendim. Ona tekme attım, o tepemden çiçek yağdırdı. O utanç bana ibretli ders olarak yetti.”- Anooshirvan Miandji
Av. Kemal AKALTUN