Prof. Dr. Gaye USLUER
Aralık 2019 itibariyle günlük rutinimiz Covid 19 haberleri oldu. 11 Mart 2020’de ilan edilen PANDEMİ devam ediyor. Sabah ve akşam Türkiye’de ne oldu, dünya ne alemde merak ederek güne başlıyor ve günü bitiriyoruz. Önümüzdeki en az bir yılın bu şekilde devam edeceğini söylersem kötümser bir tablo çizmiş olmam. Ama gerçekçi bir tablo olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim.
Ekim ayı biterken dünyada vaka sayısı 38 milyonu aştı. Milyonu aşkın kişi covid 19 nedeniyle yaşamını kaybetti. Hala bazı aklı evveller komplo teorileriyle uğraşa dursun, aklımızı başımıza alma zamanı. Yaz başında erken ve doğru olmayan biçimde normalleşme ve ekonomik kaygıların ön plana alınması nedeniyle vatandaşa yanlış mesajlar verildi. Yani aslında perşembenin gelişi çarşambadan belliydi. Anlattık, uyardık, yol gösterdik. Ama görmezden geldiler, duymazdan geldiler. Daha kötüsü en iyi biz biliriz dediler. Gelinen aşama en iyiyi bırakın, aslında hiç bilmediklerini gözler önüne serdi.
Ekonomik buhran nedeniyle savrulmuş olan Türkiye halen covid 19’a ilişkin kararlarda da zorlanıyor. Bakınız Türkiye’de bilim insanları hala eksik tanı testlerini, etkin olmadığı kanıtlanmış tedavilere devam ediliyor olmasını ve vaka bildiriminde yapılan yanlışları konuşuyor. Geçtiğimiz haftalarda Sağlık Bakanlığının kendi laboratuvar sonuçları basınla paylaşılınca, gördük ki gerçek vaka sayımız bildirilenin en az 20 katı daha fazla.
Global sağlık sorununun yani pandeminin başından beri üzerinde en çok konuşulan konu Covid19 aşısı. Adeta bir sihirli değnek çıkıp, tüm sorunu çözecekmişçesine aşı beklentisi bir umut olarak devam ediyor. Bugün dünyada 300’ün üzerinde aşı çalışması mevcut. Bunlardan 11’i klinik çalışma aşamasında. Hızlandırılmış bu çalışmaların olumlu sonuç vermesi en büyük dileğimiz. Ancak şimdiden Covid 19 için etkin, uzun süreli koruma sağlayacak ve yan etkisi olmayan bir aşının mutlaka kullanıma gireceği varsayımı doğru değil. En iyi ihtimal dahilinde böyle bir aşı önümüzdeki İlkbahardan (2021 yılı) önce kullanıma giremeyecek. İlaveten dünya popülasyonu için yeterli doz, ülkeler arası dağılım, öncelik ve fiyat konularının aşıya ulaşabilirlik ile ilgili temel sorunlar olarak gündeme geleceğini de hatırlatalım.
Yazımın başlığına Salgın yönetimi ve Siyaset demiştim ya. Bu başlık çok önemli. Başından beri söylediğimiz üzere, salgının Sağlık, Normal Yaşam, Ekonomi ve Siyaset Kurumuna etkileri hem yakın zamanda hem de ileri vadede olacak. Salgının ekonomi ve siyaset kurumu üzerine olan etkilerinden bahsetmeyeceğim. Durum meydanda. Tam anlamıyla bir sıkışmışlık, hareket edemezlik hali ülkenin dört bir yanında hayatın her alanında.
Araya siyaset kurumu ve siyaset girince neler oldu?
Bakalım. Vaka sayıları olduğundan daha az gösterildi. Ölüm sayıları kontrollü ve gerçek rakamların altında bildirildi. İnsan sağlığı geriye itilip ekonomi merkeze yerleştirildi. Olmayan ve olası bir aşı üzerinden sahte umut oluşturulmaya çalışıldı. Ve tekrar sıfır noktasına döndük.
Oysa ki Salgın yönetimi bilim insanlarının işidir. Siyaset Kurumunun salgın yönetiminde görevi bilim insanlarının çizmiş olduğu yol haritasını kolaylaştırıcı olmaktır. Siyaset kurumunun salgın yönetiminde görevi toplumsal dayanışmayı sağlayıcı olmaktır.
Öyleyse Siyaset Kurumu ne yapmalı ?
Öncelikli merkezinde İNSAN olan, eşitlikçi kamusal bir sağlık politikası vakit kaybetmeden hayata geçirilmelidir. İnsanların günlük yaşamlarına nasıl devam edecekleri yani “Yeni Normal” tekrar tekrar anlatılmalıdır ama toplumsal kuralların düzenlenmesi siyaset kurumunun sorumluluğunda olmalıdır.
Şeffaf ve Güven temelli bir halk sağlığı modeli oluşturulmalıdır. Şeffaf ve güven temelli toplumsal dayanışma büyütülmelidir. Yerel Yönetimler, Sivil Toplum Örgütleri, Meslek Örgütleri ve bilim insanları hem yetki hem de sorumluluk anlamında işin içine dahil edilmelidir. Aksi halde salgın yönetilemez.
Son söz; SALGIN YÖNETİMİ SİYASALLAŞTIRILMAMALIDIR.